Cevap: referandumda evet mi hayır mı? Anket !!!
"Alıntıdır"
Aşağıdaki makale alıntı olup, kesinlikle hiçbir şahsa, gruba hakaret yada aşağılama maksatlı değildir. Ancak referandum öncesi ilginç bulduğum için paylaşmak istedim. İlginç diyorum çünkü ne zaman bu ülkede statükoya karşı bir yenilik ortaya konulmak istense hep aynı tezgahlar ortaya konmuş
"Aslında Türkiye’de hiçbir şey değişmedi biliyor musunuz? 1945’de, 1960’da, 1970’de ne tartışıyorsak hala onu tartışıyoruz? Figüranlar değişiyor sadece.
Ama daha kötüsü var. Bizler bugün tartışırken, aynı tartışmaların geçtiği geçmiş dönemleri de yanlış biliyoruz. Gerçekler çarpıtılıyor. Zannedersem bu çarpıklığın en güzel ifadesini Nazım Hikmet’in yaşamı ve şiirleri üzerinden görmek mümkün.
Hatırlarsınız, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra birçok kişi, halkı eleştirmek için Nazım Hikmet’in şu ünlü şiirinden alıntı yapmıştı;
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
Bu şiiri ilk dinlediğimde, bende Nazım’ın hep yanlışı tercih eden, gericinin, soyguncunun, zalimin peşinden giden cahil halkımızı eleştirdiğini düşünmüştüm. Hala da öyle düşünüyorum elbette. Ama o günlerde algıladığım halkı koyun gibi peşinden sürükleyen çoban ile bu gün algıladığım çoban farklı.
Neden mi? Şiirin kaleme alındığı yılı şöyle bir gözden geçirince çobanın kim olabileceğini daha kolay anlayabiliyorsunuz. Şiirin yazıldığı yıl 1947’dir. Çok partili döneme yeni geçilmişken, CHP’nin dünya demokrasi literatürüne hediyesi olan açık oy-gizli sayım (bir gariplik hissetmeyenler için uyarayım, normal sistem gizli oy-açık sayımdır) yöntemi ile bir kez daha CHP iktidardadır ve tüm baskıcı yönlerini sergilemekten çekinmez. Nazım Hikmet’in, halkı peşinden sürükleyen çoban olarak kimi gördüğünü düşünmek için çok zorlanmamıza gerek yok anlaşılan. Elbette, hala otoriter CHP yönetiminin peşine takılan halkımızı eleştirmektedir.
Bu nedenle "cahil" halkımız CHP’ye oy atmadığı için, Nazım’ın bu mısralarına sarılanları bir kez daha dikkatli olmaya çağırıyorum. Nazım’ın gazabı üzerinizde dolanabilir, aman dikkat.
Nazım Hikmet’in bu benzetmeyi yapması için elinde fazlası ile gerekçe vardı. Çünkü Nazım Hikmet Atatürk sonrası CHP iktidarı döneminin tamamını hapishanede geçirdi. (1938’de hapishaneye girdi ve 1950’de çıktı.) “Derin” hukukumuzun o dönemlerde de aktif çalışması neticesinde hep aldığı cezalardan daha fazla kaldı hapishanelerde. Nazım Hikmet ne zaman hapishaneden çıktı diye soracak olan arkadaşlar olabilir, cevabını hemen verelim. 14 Mayıs 1950’de DP iktidara geçer ve ilk yaptığı işlerden birisi, CHP’nin hukuku tek yönlü ele almasının mağduru binlerce kişiye özgürlüğünü sağlayacak genel bir af çıkarmak olur. 15 Temmuz 1950’de (iktidara geldikten iki ay sonra) birçok sol mahkûm gibi Nazım Hikmet’te özgürlüğüne kavuşur. Ama elbette CHP’nin devletteki uzantısı olan zihniyetler peşini bırakmaz, onu askere almaya çalışırlar ve nihayetinde Nazım Hikmet kaçmak zorunda kalır.
Nazım’ın CHP ile sorunu elbette bu kadarla da değildir. Birkaç örnek daha vermek elbette mümkün. Bunların içinde de en önemlilerden birisi 1945’deki Tan Gazetesi baskınıdır. Merak edenler için olayı kısaca özetleyelim isterseniz;
İkinci Dünya Savaşı bitmiş ama CHP’nin baskıcı politikaları sonlanmamıştır. Hatta ve hatta Dünyanın iki kutuplu halini hemen algılayan CHP üst yönetimi, savaşın galiplerinden ABD’ye şirin gözükmek için Anti-Komünist mücadeleye hız vermiştir. Ancak her zamanki gibi bu kendi iktidarını sağlama almak için üretilmiş bir bahaneden başka bir şey değildir.
Dönemin Tan gazetesi sahipleri olan ve Komünist olarak bilinen Zekeriya ve Sabiha Sertel, Milli Şef İnönü’ye karşıdırlar. Bu nedenle aynı dünya görüşünü paylaşmasalar da, o dönemin CHP içindeki muhalifleri Celal Bayar ve Adnan Menderes’le zaman zaman yan yana gelirler. Zekeriya Sertel, 'Görüşler’ adlı bir dergi çıkarır. Derginin kapışılan ilk sayısında CHP içindeki muhalifler olan Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü ile solun uslanmaz muhalifleri olan Aziz Nesin, Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar’ında ” Görüşler”de yazacakları duyurulmuştur. (Yine mi gerici ve özgürlükçü solcu ittifakı?)
3 Aralık 1945 günü, Ulus gazetesinden sonra, ikinci "Halk Partici" gazete olan Tanin gazetesi iri puntolarla yazılmış bir başlıkla çıkar: "Kalkın ey ehli vatan!"...
Ünlü gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın'ın kaleme aldığı yazı, "hür vatandaşlara" hitaben yazılmıştır: "Büyük vatansever Namık Kemal'in sesi bugünün parolasıdır. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lâzım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın, Türk vatandaşlarının ruhuna her gün en yakıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propaganda zehirini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya karşı koymaya mecburdur. 'Görüşler' Dergisini açıp da Bayan Sertel'in 'Zincirli Hürriyet' makalesini okuduğum zaman, sayfayı süsleyen bu kıpkızıl demirlerle, bize nasıl bir hürriyet hazırlamak istediklerini derhal anladım. Bayan Sertel şöyle diyor: 'Hür insanlar cemiyetinin en büyük şiarı, geniş halk kitlelerinin menfaati için icab ederse, şahsi menfaatlerini feda etmektir.' Komünist edebiyatıyla meşgul olmamış olanlar bu satırların altında gizlenen mânayı gözden kaçırabilirler. Geniş halk kitlelerinin menfaati namına hürriyetlerin feda edildiği yer Rusya'dır. Bunları susturmak için, cevap vermek hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır."
İkinci Dünya savaşında Nazi Almanyasına destek verme politikasından hala sıyrılamamış olan Cumhuriyet Gazetesi de bu linçten payını almak ister ve 4 Aralık'ta birinci sayfadan yaptığı yorum tarihe geçecektir: "Görüşler" kelimesinin 'G' harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benziyor. Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. 'Yeni Dünya' ve 'Görüşler' kızıl propaganda organlarıdır."
4 Aralık 1945 sabahı, CHP İstanbul İl Örgütü'nün "aktif katılımı" ile Beyazıt Meydanı'nda toplanılır. Mesajı alan 20 bin “hür vatandaş”, içlerinde genç Süleyman Demirel, Turgut Özal, belki şu an gözlerinize inanamayacaksınız ama İlhan Selçuk ve Cüneyt Arcayürek olmak üzere Tan Gazetesine saldırırlar. Gazete binasının üzerine Türk Bayrağı çekilir, baskı makineleri bir daha çalışamayacak şekilde kırılır, kağıt bobinleri yollarda sürüklenir, yolda denk gelinen bütün solcu yayınevlerini yağmalanır.
Olayların perde arkasında CHP yönetiminin olduğuna şüphe yoktur. CHP’nin bütün yayın organlarında olaylar gayet normal tepkilermiş gibi ele alınır, hatta olayın kışkırtıcılarından Hüseyin Cahit Yalçın olayı “Milli Türk Mukavemeti” olarak adlandıracaktır.
"Peki, olayın içinde Nazım nerede?" diye soracak olursanız. Elbette bu dönemde Nazım Hikmet, tüm CHP iktidarı sürecinde olduğu gibi yine içeridedir. Ama olayları yakından takip eder ve Tan Gazetesi olayının üzerinden iki gün geçtikten (6 Aralık 1945) sonra şu şiirini yazar;
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
serpilip gelişen hayatın düşmanı
meyve çağında ağacın, .
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:
işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet...
(Piraye İçin Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri.)
(Baskına kimlerin katıldığını bir kez daha akla getirirsek, Nazım Hikmet'in ümidin düşmanı olarak kimleri gördüğü daha açık bir şekilde ortaya çıkmaz mı?)
Konumuzun öznesi değil ama aynı olay üzerine Aziz Nesin ne yazmıştır merak eder misiniz? Olayın üzerinden 3 yılda geçmiş olsa, Aziz Nesin usta, Mehmet Ali Aybar’ın çıkarmış olduğu Zincirli Hürriyet Dergisi’nde (derginin ismi 1945’de Sabiha Sertel’in olay çıkaran yazısı ile aynıdır) şu yazıyı kaleme alır;
“
Ey faşist yumurcakları!
Ey Türk faşisti! Birinci vazifen, Türk matbaalarını yıkmak, makinelerini ısırmak, demirlerini dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel, partinin hazinesidir. Bir gün nümayiş yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanı başında bulacaksın. Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabii tutulabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet tarafından sövülebilir. Bütün malları mülkleri zapt edilmiş, matbaaları yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri tarumar edilmiş, çoluk çocuğu dağıtılmış, haneleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, Amerika'dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar, ziyafetlerde yenilebilir. Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, bütün bu yapılanları kafi görmeden; vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi'nin ambarında mevcuttur.”
(Aziz Nesin, Zincirli Hürriyet, 5 Şubat 1948.)"
Orjinal Yazı:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=101298
Halka tepeteden bakan, onları hiçe sayan ve ne zaman başını kaldırıp dik durmak istese tepesine bir balyoz darbesi indiren statükocu anlayışın haddini bilmesi için yeterli olmasa da
"EVET" diyorum.