- Katılım
- 10 Kas 2004
- Mesajlar
- 2,644
- Tepkime puanı
- 106
- Puanları
- 63
- Yaş
- 55
- Konum
- İstanbul
- Enst.
- Bağlama, Pa-80 ve Or-700 TR V1
TÜRK HALK ÇALGILARININ TARİHİ GELİŞİMİ
Savaş EKİCİ*
Türk folkloru içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan halk müziği ve oyunları,birçok yönü ile oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Bu zenginlikler içerisinde gerek halk türkülerinin gerekse halk oyunlarının ayrılmaz parçası olan halk çalgılarının önemli bir yeri vardır.
“Çalgı”kaynaklarda;1.Müzik aygıtı,enstrüman, 2.Süpürge[1], 3.Müzikte güzel uyumlu sesler çıkarması için yapılmış araç, enstrüman, 4.Müzikle yapılan eğlence,müzik aracı çalma, 5.Saz takımı[2],6.Saz,Türkçe çalmak fiilinden ism-i alet.[3] 7.Çalgı deyiminin müzikle müzik aletiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Çalgı deyimi Anadolu halkının çalı süpürgesine verdiği addır. Çalmak ise hırsızlıktır.[4], 8.Süpürge sapı,çanak-çömlek,teneke kutu gibi herhangi bir nesne. Her ne kadar çok değişik anlamları olan “çalmak” fiilinden yapılmış “çalgı” kelimemiz,Farsça,sazın karşılığı gibi görünüyorsa da çalgı çalmak,çalgıya gitmek,çalgıcılık yapmak toplumumuz da;saz çalmak,saz meclisine gitmek,sazendelik yapmak,deyimlerinin yanında pek fazla itibar görmemiştir.[5] Şekillerinde açıklanmıştır.
Bu açıklama ve tanımlardan yola çıkarak müzik yönünden çalgıyı(sazı) tanımlayacak olursak; müzik yapmak veya üretmek için kullanılan aletlere halkımızın verdiği genel bir isimdir denilebilir.
Türk halk çalgısından ise; fabrika imali olmayan, halkın kendi mevcut imkanları içerisinde ve basit araçlarla elde yaptığı, akustik kanunlara uymayan, standart ölçü ve kalıpları olmayan, etnografik özelliği olan çalgıları anlıyoruz.[6]
Çalgı bilim olarak Türkçeleştirilebilecek olan, çalgıların türlerini, tarihini, yapım biçimlerini, ses genişliklerini v.b. konuları inceleyen bilim dalına ise, organoloji denir. Çalgı bilimin temeli XX.y.y. başlarında atılmıştır. Çalgılarda bulunan parçaların adlandırılarak uluslar arası birer terim haline gelmesi de bu yakın döneme rastlar. İlk çağda Çinliler ve Hintliler, orta çağda Araplar çalgıları sınıflandıran çalışmalar yapmışlardır.
Çalgıların kullanımları ve tarih içinden gelerek aldıkları yeni biçimler sosyolojik araştırmalar kapsamındadır. Arkeolojik araştırmalar çalgıların 5000 yıl önce de kullanıldığını göstermektedir.7 Günümüzde kullanılan hemen hemen her çalgının İsa’nın doğumundan önce de ilkel biçimleri ile bulunduğu bilinmektedir. İlk çağda kullanılan ve günümüz çalgılarının atası sayılabilecek bir çok türün imalinde deri,tahta,kemik ve kurutulmuş toprak v.b. malzemeler kullanılmıştır.8
Türk çalgılarının ilk şekilleri yay ile çalınınca kopuz gibi değişik adlar alıyordu. Yay ile çalınan bu teller, parmak ile de çalınıyordu. Ancak tip ve şekil bakımından birbirlerinden fazla bir ayrılıkları yoktu.9 Bu sazlar, yaylı tamburlar gibi hem parmakla hem de yayla çalınan sazlardı. Ancak eski ve ilkel şekilleri daha çok kemençelerdir.10 Ögel bu açıklamaları ile,kopuzun hem parmakla hem de yayla çalınan aynı tür çalgı olduğunu ve bu çalgının ilk şekillerinin de yayla çalınan kemençeler olduğunu düşünmektedir.
Gazimihal ise; kopuz adının çalgı anlamında kullanıldığını, telli ve yaylı kopuzların da Asya’dan Avrupa’ya yayıldığını belirtmektedir.11 Ayrıca “Yaysız saplı sazların kıdemi yaylılar merhalesinden tahminlenemeyecek kadar derindedir; mesela, oklu kopuz olan ıklığ neden sonra oksuz kopuzdan türemiş.”12 diyerek yaylı sazların daha sonra türediğini savunmakta ve Ögel ile farklı düşünceleri paylaşmaktadır.
“Türk sazlarının ataları, Dede Korkut veya ulu evliyalar ile efsanelerde adı geçen devlerden gelen!...Ağacı,yerin derinliklerine inen ulu ağaçların köklerinden çıkarılan!...Kılları, telleri, yörük atların kıllarından çekilen!...Derisi, şen ve deli taylardan yüzülen!...Burgu veya kulakları, ulu çöllerde ilahi güçle yalnız biten çalılardan tornalanan, maddelerden yapılmışlardı. Kutlu maddelerden yapılmış sazların, kutlu sesleri vardı. Türkler böyle inanmış, böyle gelmişlerdi. Bu karışık ve gürültülü dünyada, birliğin huzurun ve saadetin yolu da bu idi...”13
Burada da görüldüğü gibi, günümüzde özellikle alevi inancında görülen bağlamanın kutsallığı, geçmişi çok eskilere dayanan bir Türk inanışıdır.
Yay ile çalınan eski karekterdeki Türk sazları, insana biraz korku ve biraz da sihirle dolu bir duygu verir. Zaten sesi de iniltili ve genizden gelen bir mırıltı ile doludur. Herhalde en eski destanlar bu kemençeler ile çalınıyordu.14
“Telli sazlar, yaylı veya yaysız olsunlar, daha çok kapalı yer sazlarıdır. Sevgi ve saygı, tanrıya yakarış, ululardan medet dilenme hep bu sazlarla anlatılır ve yapılırdı. Gazi erenlerin başından geçenler bu sazların eşliğinde söylenirdi. Saz ile söz söyleyenlerin de, dinleyenlerin de ruhlarını kaynaştırırdı. Toplumla ilgili duygular tazelenir, güçlendirilirdi. Uzak duran kişiler yakınlaştırılır, yarına daha iyi hazırlanılırdı. Sazlar ile sözü dinleyip duygulananlar arasında bir duygu birliği ve yakınlaşma doğardı. Birlik ve bütünlük içinde bir millet olma yolunda, telli sazlar bir aracı olurlardı.”15
Müziğin ilk insanlarda nasıl başladığını incelediğimizde her ne kadar efsaneye dayanan tarafları varsa da, gerçek olduğuna inandığımız yanları da bulunmaktadır. Esen rüzgarların, sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmış oldukları ıslık seslerini, onların da taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli günlerinde çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdikleri tahmin edilmektedir. Zamanla düşüncelerini geliştirerek kamışın veya kirişin çıkarmış olduğu sesler onların ilgisini çekmeye başlamış, avlanmak üzere kullandıkları ok ve yaylarını bir müzik aleti gibi kullanmış oldukları bilinmektedir. Avlanma yayına oku sürterek bir takım sesler çıkarmışlar ve adına “okluğ” demişlerdir. Daha sonra okluğun ucuna su kabağı ilave ederek “ıklığ”a dönüştürmüşler ve at kılından yapılan yaylar ile de çalmaya çalışmışlardır. Su kabağının üst kısmına ince deriler gerdirip sap ilave etmişler ve kiriş telleri deri üzerinden geçirmek suretiyle, sesin daha net çıkmasını sağlamışlardır. Yay ile çalınanlara ıklığ, parmak veya mızrap türünden maddelerle çalınanlarına da kopuz adını vermiş oldukları tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Iklığ yaylı sazların, kopuz ise mızraplı sazların atası olarak bilinmektedir.16
Savaş EKİCİ*
Türk folkloru içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan halk müziği ve oyunları,birçok yönü ile oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Bu zenginlikler içerisinde gerek halk türkülerinin gerekse halk oyunlarının ayrılmaz parçası olan halk çalgılarının önemli bir yeri vardır.
“Çalgı”kaynaklarda;1.Müzik aygıtı,enstrüman, 2.Süpürge[1], 3.Müzikte güzel uyumlu sesler çıkarması için yapılmış araç, enstrüman, 4.Müzikle yapılan eğlence,müzik aracı çalma, 5.Saz takımı[2],6.Saz,Türkçe çalmak fiilinden ism-i alet.[3] 7.Çalgı deyiminin müzikle müzik aletiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Çalgı deyimi Anadolu halkının çalı süpürgesine verdiği addır. Çalmak ise hırsızlıktır.[4], 8.Süpürge sapı,çanak-çömlek,teneke kutu gibi herhangi bir nesne. Her ne kadar çok değişik anlamları olan “çalmak” fiilinden yapılmış “çalgı” kelimemiz,Farsça,sazın karşılığı gibi görünüyorsa da çalgı çalmak,çalgıya gitmek,çalgıcılık yapmak toplumumuz da;saz çalmak,saz meclisine gitmek,sazendelik yapmak,deyimlerinin yanında pek fazla itibar görmemiştir.[5] Şekillerinde açıklanmıştır.
Bu açıklama ve tanımlardan yola çıkarak müzik yönünden çalgıyı(sazı) tanımlayacak olursak; müzik yapmak veya üretmek için kullanılan aletlere halkımızın verdiği genel bir isimdir denilebilir.
Türk halk çalgısından ise; fabrika imali olmayan, halkın kendi mevcut imkanları içerisinde ve basit araçlarla elde yaptığı, akustik kanunlara uymayan, standart ölçü ve kalıpları olmayan, etnografik özelliği olan çalgıları anlıyoruz.[6]
Çalgı bilim olarak Türkçeleştirilebilecek olan, çalgıların türlerini, tarihini, yapım biçimlerini, ses genişliklerini v.b. konuları inceleyen bilim dalına ise, organoloji denir. Çalgı bilimin temeli XX.y.y. başlarında atılmıştır. Çalgılarda bulunan parçaların adlandırılarak uluslar arası birer terim haline gelmesi de bu yakın döneme rastlar. İlk çağda Çinliler ve Hintliler, orta çağda Araplar çalgıları sınıflandıran çalışmalar yapmışlardır.
Çalgıların kullanımları ve tarih içinden gelerek aldıkları yeni biçimler sosyolojik araştırmalar kapsamındadır. Arkeolojik araştırmalar çalgıların 5000 yıl önce de kullanıldığını göstermektedir.7 Günümüzde kullanılan hemen hemen her çalgının İsa’nın doğumundan önce de ilkel biçimleri ile bulunduğu bilinmektedir. İlk çağda kullanılan ve günümüz çalgılarının atası sayılabilecek bir çok türün imalinde deri,tahta,kemik ve kurutulmuş toprak v.b. malzemeler kullanılmıştır.8
Türk çalgılarının ilk şekilleri yay ile çalınınca kopuz gibi değişik adlar alıyordu. Yay ile çalınan bu teller, parmak ile de çalınıyordu. Ancak tip ve şekil bakımından birbirlerinden fazla bir ayrılıkları yoktu.9 Bu sazlar, yaylı tamburlar gibi hem parmakla hem de yayla çalınan sazlardı. Ancak eski ve ilkel şekilleri daha çok kemençelerdir.10 Ögel bu açıklamaları ile,kopuzun hem parmakla hem de yayla çalınan aynı tür çalgı olduğunu ve bu çalgının ilk şekillerinin de yayla çalınan kemençeler olduğunu düşünmektedir.
Gazimihal ise; kopuz adının çalgı anlamında kullanıldığını, telli ve yaylı kopuzların da Asya’dan Avrupa’ya yayıldığını belirtmektedir.11 Ayrıca “Yaysız saplı sazların kıdemi yaylılar merhalesinden tahminlenemeyecek kadar derindedir; mesela, oklu kopuz olan ıklığ neden sonra oksuz kopuzdan türemiş.”12 diyerek yaylı sazların daha sonra türediğini savunmakta ve Ögel ile farklı düşünceleri paylaşmaktadır.
“Türk sazlarının ataları, Dede Korkut veya ulu evliyalar ile efsanelerde adı geçen devlerden gelen!...Ağacı,yerin derinliklerine inen ulu ağaçların köklerinden çıkarılan!...Kılları, telleri, yörük atların kıllarından çekilen!...Derisi, şen ve deli taylardan yüzülen!...Burgu veya kulakları, ulu çöllerde ilahi güçle yalnız biten çalılardan tornalanan, maddelerden yapılmışlardı. Kutlu maddelerden yapılmış sazların, kutlu sesleri vardı. Türkler böyle inanmış, böyle gelmişlerdi. Bu karışık ve gürültülü dünyada, birliğin huzurun ve saadetin yolu da bu idi...”13
Burada da görüldüğü gibi, günümüzde özellikle alevi inancında görülen bağlamanın kutsallığı, geçmişi çok eskilere dayanan bir Türk inanışıdır.
Yay ile çalınan eski karekterdeki Türk sazları, insana biraz korku ve biraz da sihirle dolu bir duygu verir. Zaten sesi de iniltili ve genizden gelen bir mırıltı ile doludur. Herhalde en eski destanlar bu kemençeler ile çalınıyordu.14
“Telli sazlar, yaylı veya yaysız olsunlar, daha çok kapalı yer sazlarıdır. Sevgi ve saygı, tanrıya yakarış, ululardan medet dilenme hep bu sazlarla anlatılır ve yapılırdı. Gazi erenlerin başından geçenler bu sazların eşliğinde söylenirdi. Saz ile söz söyleyenlerin de, dinleyenlerin de ruhlarını kaynaştırırdı. Toplumla ilgili duygular tazelenir, güçlendirilirdi. Uzak duran kişiler yakınlaştırılır, yarına daha iyi hazırlanılırdı. Sazlar ile sözü dinleyip duygulananlar arasında bir duygu birliği ve yakınlaşma doğardı. Birlik ve bütünlük içinde bir millet olma yolunda, telli sazlar bir aracı olurlardı.”15
Müziğin ilk insanlarda nasıl başladığını incelediğimizde her ne kadar efsaneye dayanan tarafları varsa da, gerçek olduğuna inandığımız yanları da bulunmaktadır. Esen rüzgarların, sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmış oldukları ıslık seslerini, onların da taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli günlerinde çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdikleri tahmin edilmektedir. Zamanla düşüncelerini geliştirerek kamışın veya kirişin çıkarmış olduğu sesler onların ilgisini çekmeye başlamış, avlanmak üzere kullandıkları ok ve yaylarını bir müzik aleti gibi kullanmış oldukları bilinmektedir. Avlanma yayına oku sürterek bir takım sesler çıkarmışlar ve adına “okluğ” demişlerdir. Daha sonra okluğun ucuna su kabağı ilave ederek “ıklığ”a dönüştürmüşler ve at kılından yapılan yaylar ile de çalmaya çalışmışlardır. Su kabağının üst kısmına ince deriler gerdirip sap ilave etmişler ve kiriş telleri deri üzerinden geçirmek suretiyle, sesin daha net çıkmasını sağlamışlardır. Yay ile çalınanlara ıklığ, parmak veya mızrap türünden maddelerle çalınanlarına da kopuz adını vermiş oldukları tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Iklığ yaylı sazların, kopuz ise mızraplı sazların atası olarak bilinmektedir.16